Babamı toprağa vermek oldukça değişik bir deneyimdi benim için. Bunu doğru bir şekilde anlatabilmek adına biraz daha geçmişe, hayatta unutmayı başardığım tarihlerden birine gitmemiz gerekiyor. Bazı olaylar için kafamda kurgusal yaşlar belirlerim, hayatımızı değiştiren olay için de kendime 5,5 yaşımı belirlemiştim. Bu yaşımdan öncesi benim hatırlamadığım türlü güzellikler ile dolu. Zihin garip bir şey, tramvalarımı silebilmem için bu yaştan öncesini de alıp götürmüş benden. Hatırlamayı çok isterdim ama ailemin anlattığına ve babamın söylediğine göre oldukça “şen” zamanlarmış 🙂
Bu şen zamanlara ilişkin anektodlara süreç içerisinde geleceğiz ancak öncelikle acı, mutsuzluk ve hüzün dolu o günlerden biraz bahsetmemiz gerekiyor. Ben Edirne doğumluyum. Babamın işi dolayısıyla doğumum burada gerçekleşmiş. Kısa süre sonra İstanbul’a dönmemize rağmen, Edirne’ye gelip gidermişiz (miş mış olarak anlatmayı sevmediğim için buradan sonrasını hatırlıyormuş gibi yazacağım). Bir akşam annem, babam, ben ve babamın bir çift arkadaşı ile Edirne’ye, aile dostlarımızın yanına yemeğe gittik. Babam iyi bir sürücü aynı zamanda da iyi bir içiciydi söylenenlere göre 🙂 Ben hiç araba kullanışını hatırlamasam da babam aynı onun gibi araba kullandığımı iddia etmiş, annem de bu fikri arabama her bindiğinde stres içerisinde doğrulamıştır 🙂
Usta içicilik yeteneklerini o akşam da ortaya seren babam, tüm ısrarlara rağmen “arkadaşlarına verdiği sözü” tutmak adına İstanbul’a dönmeye karar verdi. Ve ne hikmetse o arkadaşları “Kemal çok alkollüsün, kimseyi riske atmaya gerek yok” demeye tenezzül etmedi ve babama güvenmeyi seçtiler. Dipnot: babam için hayattaki en önemli ilke verilen sözün tutulmasıdır. Bu özelliğini sonuna kadar kullanıp tüm hayatımızı mahveden arkadaşlarına buradan saygı ve sevgilerimi yollamak isterim.
Ve tüm bu gitme-gidicez tartışmalarının sonunda, geldiğimiz gibi gitmek umuduyla arabaya bindik. Aslında düşününce havalı bir yolculuk. Gittiğimiz yolun şantiye şefi babamdı, yani kimsenin ondan daha iyi bilemeyeceği bir yolda son sürat gidiyorduk. Babama güvenim sonsuz olduğundan ben arka koltukta annemin ve kadın arkadaşın üzerine yatmak suretiyle tam ortada uyuyordum. Çocuk aklımla hatırladığım son şey, zorla kendime sakız aldırttığım ve sakızı çiğnerken uyuyakaldığımdı.
Gözlerimi açtığımda bir karanlığın ortasındaydık ve ayakkabımın teki ayağımda değildi. Ne yaşadığımıza dair en ufak bir fikrim olmadığı için ayakkabımın yokluğu o an benim için en büyük sorundu. Babam uyuyor, annem bağırıyordu. Diğer iki kişinin ise ne yaptığını hatırlamıyorum. Bundan sonraki kısım yıllarca annem ve benim tarafımdan farklı şekillerde anlatıldı. İkimiz de olanları doğru hatırlamadığımız için yıllardır kimse birbirini bu konuda bozmayarak kendi senaryosu üzerinden ilerlemeye devam etti.
Benim senaryomda, annem ve ben jandarma arabasındaydık. Annemi ağlayarak ve sigara içerken hatırlıyorum. Benim ise elbisemin beyaz kısmına sürekli olarak kan damlıyordu. Bundan hemen sonraki karede kendimi bir sürü yaşlı kadının olduğu bir odada yatarken hatırlıyorum. Tuvaletim gelmişti, annem yine ağlıyordu ve babam yoktu. Arabadaki diğer iki kişiyi arabadan indikten sonra bir daha hiç görmedim hayatımda ve sanırım görmek de istemem.
Edirne’den İstanbul’a nasıl geldiğimizi, babamı, annemi ve kendimi hiç hatırlamıyorum. Ama sizlerin süreç ile ilgili bilginiz olması adına; yolda yapılan ani bir fren sonucu taklalar atarak bir tarlaya düşmüştük, babamın kafası asfalta vurmuş ve beyin sapı hasar almıştı bu nedenle de komaya girmiş ve hayati tehlike çok yüksek olduğundan İstanbul’a sevk edilip beyin ameliyatı olması gerekiyordu.
Ancak babamı transfer etmeleri için bize sadece “boş ambulans” vermeyi kabul etmişti ilk gidilen hastane ve bu yüzden de hayatta yeri bende çok farklı olan ortanca teyzem ve babam gibi gördüğüm eniştem çıkagelmişlerdi. O zamanlar daha nişanlı olan bu iki genç insan, sonrasında hayatımın en önemli her anında yanımda olacaklar ve daha da komiği babamı o gün kurtaran eniştem, yıllar sonra babamın ölüm haberini bana veren kişi olacaktı.
Teyzem ve annemin yıllar boyu anlatmaktan hiç yorulmadıkları Edirne – İstanbul yolculuğu sırasında teyzem elinde bir kalemle ambulansın içerisinde babamın nefesinin kesilmesi ihtimaline karşı duruyordu. Eniştem ise annem ve benim ile birlikte ambulansa eskortluk ediyordu.
Bundan sonraki oldukça uzun bir süreçte babamı hiç görmedim. 27 gün boyunca babam komadayken annem sesimi kaydetmiş, fotoğraflarımı babama göstermiş vb. samanyolu tv’de aşkın gücü adıyla yayınlanması muhtemel, türlü özveriyle babam komadan çıkmayı başarmış.
Az buçuk televizyonlarda gördüğümüz trajik hayat hikayelerinden bilebileceğiniz üzere, koma ağır bir süreç olduğundan ve hasar alan organ beyin olduğundan babamın hayata dönüş süreci oldukça sancılı olacaktı. Çünkü babamın hangi becerilerini kaybettiği tıbben uyandırılmadan bilinmesi mümkün bir süreç değildi ve bunu uyandığında öğrenebilecektik.
Tüm bu trajedinin ve acının ortasında, annemi ve babamı özlemek dışında, hatırlayabildiğim kadarıyla keyfim yerindeydi. Anneannemle atlıkarıncaya binmeye gidiyor, hamburger yiyor, Bakırköy’den boyama kitapları alıyorduk. Babam öldükten sonra bir terapi sırasında hatırladığım annem hastaneye giderken hüngür hüngür ağlayışım ise ön belleğimde yer etmemiş bir anıydı.
Bu ağlamalarımdan kaynaklı olacak ki, babamı görmenin bana iyi geleceği düşünülmüş ve her zamanki gibi o günlerde beni hiç yalnız bırakmayan anneannem ile el ele verip hastanenin yolunu tutmuştuk. Hayat boyunca birçok anı unutmayı başaran ben, bu anı unutmayı ne yaparsam yapayım başaramadım. Odaya girdiğim ilk anda hasta yatağında bir adam yatıyordu. Her tarafında cihazlar bağlı, gözleri kapalıydı zavallı adamın. Anneannem bizi yanlış odaya getirmişti. Zavallı adam, kim bilir neler gelmişti başına. Babamı görüp ona sarıldıktan sonra belki tekrar ziyaret ederdim bu adamı. Ama ilginç olan annemin bu odada olmasıydı, gülmek ve ağlamak arası bir ifade ile bana bakıyordu. Sanırım bir şey demem gerek diye düşündüm. Annemin tanımadığı bir adamın odasında olması da garipti neticede. O yüzden ortadaki tüm yanlış anlaşılmayı düzeltecek o cümleyi kurmanın vaktiydi “yanlış odadayız sanırım bu adam benim babam değil” derken bu cümleyi hayatım boyunca hiç unutmayacağım aklımdan geçmedi tabii ki de. Ama annemin gülmek ve ağlamak arasındaki duyguları sadece ağlamaya yoğunlaşınca, sorunun onlarda değil bende olduğunu farkettim ve çocuk olmanın bana verdiği yetkiye dayanarak ağlamaya başladım.
Ondan sonra acil müdahale psikologları, resimler eşliğinde psikolojimi anlama etkinlikleri, sürekli destek ve babamdan uzak geçen yeni bir süreç sonunda bir gün babamın yeğeni (babamın akrabalarından zerre haz etmem) beni anaokulundan almaya geldi. Artık büyük gün gelmişti. Babam o günün şartlarında takdire şayan bir savaş vermiş ve uyanmıştı.
Evimizde beni bekliyordu. Hayatta her şeyden daha çok değer verdiği kızını. İleride bir gün Alzheimer olursam, benden alınmasını istemediğim anılardan biri o gündür. Uzun bir bekleyişin ardından, babama kavuşacağım, onun bana sarılacağı ilk gün.
Babamın yanına koştuğum ilk an, durumun tüm ilginçliğine rağmen hayatımdaki en güzel anlardan biriydi. Babam uzun süreli hafıza kaybı yaşıyordu. Temel becerileri yoktu, yemeğini kendi yiyemiyor, hatta tuvaletini yapabilmesi için altına bez bağlanması gerekiyordu. Vücudu felçliydi ve sandalyeye oturtularak mobilize ediliyordu (anlamadığım noktalardan biri de neden evimizde bir tekerlekli sandalye olmadığı ve babamı sürekli plastik bir sandalyede taşıdığımızdı). Uzunca bir zaman sonra beni ilk kez gören babam, beni görür görmez Kemal’liğini yapmış ve “kardeşin hastanede annenle birlikte, senin burada ne işin var” diyerek o küçük çocuk aklıma bir soru işareti daha bırakmayı başarmıştı. O gün ilk kez “hasta bir babanın kızı olmak” fikri ile selamlaşmıştım.
Ve babamın vefat ettiği güne kadar hep o hasta adamın kızı oldum. Tüm bunları anlatmamın nedeni, birçok insanın yaşadığı ölümlerden farklı olarak, babamı hayatta iki kez kaybetmiş olduğuma dair fikrimi açıklayabilmek sanırım.
Babamın öldüğü gün kurmuştum bu cümleyi mezarın başında. Bir insan nasıl iki kere ölürdü ki? Tanrı gerçekten varsa eğer, babamı bu kadar çok mu sevmişti? Onu iki kere öldürebilecek kadar? Çünkü ben hayatta herkesin ölebileceğini düşünürken, babamın bir kez daha ölebileceğini hiç düşünmemiştim.
Yorum bırakın