benden bana – 4

Biraz sapıkça gelebilir ama bazen kendimin ve çevremdeki insanların cenazelerini hayal ederdim babamın ölümüne kadar. O güne kadar cenazesini hayal etmediğim tek insan babammış. O zaten bir kez ölümü yaşadığı için bir kez daha ölmez, ölemez diye düşünmüşüm hep. Ama olabiliyormuş, değişik ve hala anlamlandıramadığım bir kavram olsa da ölüm, tüm insanlıkla ortak kanıda olduğum tek kısım hayattaki tek gerçek sonun ölüm olduğuydu artık.

Konu ölüme geldiğinde o güne kadar şanslı sayılabilecek bir aileydik. (Dipnot: bu noktada “aile” kavramının benim için ne ifade ettiğini belirtmem gerekiyor sanırım. Anne – baba – çocuktan oluşan bir kadro değil benim için aile. “Annemin ailesi” diye tanımlayabileceğim 4 kız kardeş, mevcutta 8 torun, yine mevcutta 3 enişte, bir anneanne ve bir dededen oluşan; her anı, her duyguyu iç içe geçmiş bir şekilde bir arada yaşayan ve “ne olursa olsun” kelimesinin gerçekten içini doldurabilen bir kavram benim için aile. Bu nedenle aile dediğimde kastettiğim annemin ailesi. Hayatınızı değiştirecek bu bilgiyi de verdikten sonra devam ediyorum). Dediğim gibi şanslı bir aileydik. Çünkü o güne kadar hep “sıralı” ölümler yaşamıştık. Kendimizi avutmamıza oldukça yardımcı olan bu kavram sayesinde, yaşanan trajik olaylara karşı “olsun cana geleceğine” diyerek oldukça profesyonel bir duruş sergileyebiliyorduk.

Tüm aile için, hayatımızı değiştiren, bir dönüm noktası olan olay bizim kazamızdı. Çünkü dediğim gibi biz aile olarak HER ŞEYİ bir arada yaşardık. Kimse kendi çekirdek ailesinin sorunlarından mesul değildi sadece. Biz geniş ailemiz içerisinde yaşanan her olayı bireysel sorunumuzmuş gibi görür ve bu prensiple yaşardık hayatımızı. Bu nedendendir ki ailemizde vefat eden büyüklerimizin ölümü bile bizim geçirdiğimiz kazanın yanında hafifletici sebepleri olan olaylar olarak kalmıştır. Ta ki babam ölene kadar…

Şimdi farkediyorum ki tıpkı kaza gibi, babamın ölümü de ailedeki herkes için bir çok farklı anlam taşıyor. Dedem hayatta sahip olduğu tek oğlunu kaybetti mesela. Ailem için çok açık olan bu cümlenin sizler için de açıklayıcı olması adına biraz dedem ve oğlu olan babam arasındaki bağı anlatmanın yeri diye düşünüyorum.

Tüm ailemiz için koca bir çınar olan dedem, kendi döneminin şartları gereği hep erkek evlat sahibi olmak istemiş. Öyle ki sesini hiç duymayan tanrı onun bu isteğini 4 tane nur topu gibi kız çocuk ile taçlandırmış ve 4. çocukta ne dilediğinden emin olması gerektiğini farkeden dedem, en küçük teyzeme Sonay ismini vermiş. Hayat bir noktada erkek çocuk arzusu ile yanıp tutuşan dedemi ödüllendirmeye karar verdiğinde ise annemin karşısına babam çıkmış.

Karadeniz’in büyük ailesinin oğlu ve İzmir’li bir toptancının kızının üniversite servisinde başlayan aşk hikayesi, Ataköy’de bir pastanede babam, anneannem ve dedemin karşılıklı oturduğu gün kesinleşmiş diyebiliriz.

Dedem de babam da bu dünya üzerinde tanıdığım en “prensipli” ve aynı zamanda sevdikleri insanlar uğruna prensiplerini en kolay şekilde esnetebilen insanlar 🙂 Bu nedenledir ki aynı masaya oturdukları ilk an babam “ailemin parası benim param değil, bu nedenle ailemin sahip olduğu mal, mülk benimmiş gibi düşünmeyin” der demez dedemin gönlünü kazanmış ve bununla da yetinmeyip “benim hayatta bir babam var o da vefat etti o nedenle size baba diyemem” cümlesiyle de konuya son noktayı koyarak dedemin hayranlığını kazanmıştı.

Kurulan iki cümleden ilki gerçekten doğruydu; bırakın annemin ailesini, babam bile ailesinin sahip olduğu güçten ve paradan asla yararlanmamış, hasta olduğu süreçte bile abisi fizik tedavi masraflarını ödemekten rahatsızlık duymuştu. Bu nedenledir ki hayatta her zaman parayla tiksindiğim bir ilişki olmuştur ve tabii ki Karadenizli olma fikriyle. (Tüm Karadenizlilerden özür dilerim). Çünkü babamın ailesiyle bulunan her ortak noktam beni kötü bir insan yapıyor fikrinden bu yaşımda bile kurtulmayı başaramadım.

Burayı öfke nöbetlerimi yaşadığım bir yere dönüştürmeden hızlıca babamın kurduğu ikinci cümleye ne olduğu kısmına geliyorum. İlk tanışmanın üzerinden geçen kısa zaman sonrasında, dedem artık babamın kayınpederi değil, BABASI 🙂 olmuştu.

Dedem için de babam hayatta sahip olmayı dilediği o erkek çocuk. Dedem ne düşünür bilmiyorum ama belki babamı kendi yetiştirmiş olsaydı onu bu kadar takdir etmeyebilirdi. Çocukluğumdan beri bana anlattıklarını düşünecek olursam, babam dedem için “mükemmel” erkek çocuktu. Öldükten sonra bile bu hep böyle kaldı…

Bir tek dedem için değil, ailedeki tüm bireyler için babam farklı sıfatlara sahipti. Anneannemin biricik damadı, büyük eniştemin en yakın arkadaşı, teyzemlerin abisi, kuzenimin ikinci babası.

Yorum bırakın