Tüm anlattıklarımın en başında, yazmamın sebebinin annem olduğunu söylemiştim. Benim hayat hikayemin merkezi babam olduğu için her şey onun üzerinden aksa da, annem istemese de hayatımın baş rolü oldu her zaman. Babamın hastalığı sayesinde edindiği bazı ayrıcalıklar vardı. Beni merak edebiliyor, beni üzebiliyor, beni kısıtlayabiliyordu. Annem hiçbir zaman bu ayrıcalıklara sahip olamadı. Anneliğin ona verdiği tüm bu yetkileri babama hediye etmişti.
Ona yalnızca babamdan arta kalanlar kalmıştı hayatta. Ben de her zaman bunlarla yetinmesine kızmıştım. İnsanları hayatımda kendi zihnime göre şekillendirmeyi sevmişimdir hep. Hayatı olduğu gibi kabul etmek istemem çocukluğumdan beri, uykudan önce kurduğum hayallerde ideal bir dünya yaratırım kendime ve hayat bu hayallere göre akmalıdır benim düşüncemde. Annem de hayatım boyunca bundan nasibini alanlardan oldu. Onu hiçbir zaman olduğu gibi kabul etmeye tahammül edemedim.
O benim annemdi, başına gelenleri olgunlukla atlatabilmesi gerekirdi. Yanlış karar vermeye hakkı yoktu annemin, çünkü o anneydi, daha da önemlisi benim annemdi. Eğer herkes benden olgun olmamı bekliyorsa, benim annem benden de olgun olmalıydı. Bu yüzden hiç sevmem annemi ağlarken görmeyi, annem üzüldüğünü söylediğinde vücut ısım yükselir, hele ki annemi hayatla ilgili isyan ederken görürsem cinnetin eşiğine gelirim.
Bazen benim haklı olduğumu kabul etmek gerek ama zaman zaman da anneme haksızlık ettiğimi söylemeliyim. Annemin de zamanında çocuk olduğunu, bir genç kız olarak kırıldığını, nasıl ki ben babamı 2 kez kaybettiysem o da önce kocasını sonra eski kocasını kaybetmişti. Hayat onu da yormuştu aslında, ama ben hiçbir zaman bunları kabul etmek istemedim.
Sanki en içimde bir yerde kurduğum o hayallerdeki düzeni bozan annemdi. Neyi farklı yapabilirdi diye düşündüğümde aklıma gelenleri o ağlamasın diye söyleyemedim hiçbir zaman. Çünkü annemi de babamı da ağlarken görmeye tahammülüm yoktu.
Hele ki annemi hiç. Çünkü annem ağlamaya başladığında “öleyim de kurtulun” der hep. 40 kere söylersen olurmuş derler ya, o yanlış. Eğer doğru olsaydı annem gerçekten bu kadar söylemeye aramızdan ayrılmış olurdu. Hayatımda ölüme annem kadar sığınan başka kimseyi görmedim. İstediği gerçekten ölmek miydi ondan da emin değilim. Eğer oysa da neden bir insan ölmeyi bu kadar şiddetle isterdi?
Daha önce denemiştim bu yüce mertebeye erişmeyi, bir ölü olmayı. Gerçi amacım daha çok dikkat çekmekti. Tahmin edersiniz ki annemin dikkatini çekmeyi. Ama neye yaradı bilmem. 32 yaşında gördüğüm aile olmak, anne baba olmak bazı şeylerin üstünü kapatmak gibi. Sadece bizim ailemizde değil, gördüğüm tüm ailelerde böyle neredeyse. Sanki konuşulmazsa hallolurmuş gibi böyle şeyler, tam ki gerçek olana kadar.
Belki hayatı babamın üzerinden değerlendirmek istememin nedeni de bu. Gerçekten ölmüş biri üzerinden yaşadıklarını değerlendirmek daha dürüstçe konuşabilmeni sağlıyordur.
Yorum bırakın