19 Nisan 2025… Babamı tam 4 sene önce bugün kaybetmiştim. Daha önce anlattığım gibi, Osman eniştem ve Tülay teyzemi kapıda gördüğüm an babamın artık bir telefon uzağımda olmadığını farkettiğim ilk andan bu yana tam 4 sene geçti bugün. Ve bu sabah uyandığımda herkesten bahsederken, hiç kendimden bahsetmediğimi farkettim. Babamın gurur kaynağı, annemin olgun kızı, dedemin özel çocuğu, benim içinse hortumu düşmüş minik bir filden ibaret olduğum o küçük kızla ilgili konuşmak konusunda hiç başarılı olmadığımı bu sabah bir kez daha anladım.
En büyük teyzem beni hep fazla duygusal biri olarak nitelemişti hayatta. Kendi iç dünyama baktığımdaysa aslında hiçbir duygusunu dile getiremeyen biriydim ben. Hep abartı duygular yaşardım ama 2025 yılında farkettim ki, hiçbiri olaylar ile ilgili asıl hissettiğim duygular değildi.
Babamı kaybettiğim gün, bir daha hiçbir şeyin benim için aynı olmayacağını farketmiştim aslında. Bir daha hiç gerçekten gülemeyecektim ben, gerçekten ağlayamayacaktım. Önceleri bunlar geçici şeyler diye düşünmüştüm, bir noktada geçerdi, biterdi herhalde. Yas muhtemelen böyle bir şeydi. Belki de gerçekten öyledir aslında başkaları için, insan yasını gerçekten yaşayabildiğinde, bir noktada belki gerçekten mutlu olabiliyordur.
Ama benim gibi insanlar için, bunun normale dönebilen bir şey olduğu inancını maalesef ki 4. yılın sonunda yitirdim. Hayat olması gerektiği akışta devam ediyordu tabii ki, hatta babamı kaybettiğim ilk günden itibaren sanki ölüm benim kapımı çalmamış gibi davranmayı başarmıştım kendime göre. Psikoloğumla ilk telefon konuşmam tam da bu hissin beni tetiklemesiyle olmuştu. Artık güçlü olmak istemiyordum. Babamın benimle ilgili en sevdiği özelliğimdi güçlü bir kız çocuğu olmam. Ama onu kaybettiğim gün farketmiştim ki, bu güç beni hep yaralıyordu, en çok da onsuz kaldığım zamanlarda.
Zaman geçtikçe güçsüz olmayı çok denedim. Bu kelimenin negatif bir anlam taşımadığını kabullenmem çok uzun zamanımı aldı. Yeri geldiğinde güçsüz olabilmenin bir insanın sahip olabileceği en büyük erdemlerden biri olduğunu çok zor kabullendim. Uygulamaya geldiğinde ise daha da zorlandım. Hala da başarabilmiş olduğumu söylemek doğru olmaz.
Babam gibi, ben de güçlü olmayı kendi sınırlarımı ihlal ettirmek olarak kurgulamıştım zihnimde. Acımadı ki diye yaşamayı, güçlü olmak olarak nitelemiştim ve babamı bir toprak parçasının altına yerleştirdikleri gün acımadı ki demeye çalışmak hayatımda kendime verdiğim en büyük yara olmuştu. Gülüyordum, başkalarının sorunlarını dinliyordum. Öyle ki teyzemin bana daha üzerinden 4 ay geçtiğinde “yaşadığın hayata şükret, bak biz neler yaşıyoruz” demesine bile tahammül gösterebilmiştim. Ailem sevgilisinden ayrıldığı için aylarca çalışmayan kuzenimi “o kırılgandır” diye yorumlayabilirken, yalnızca 15 gün çalışmayışımı bu Ecem değil, toparlanmalısın olarak yorumlamıştı ve işin en ilginç yanı ben onlara HAK VERMİŞTİM.
Kısacası, Kemal’in kızı olmayı layığıyla başarmıştım bu süreçte. Ama şimdi dönüp baktığımda, kendimi küçücük hissediyorum. Bundan çok uzun yıllar önce, anaokulu gösterisinde kostümümün bir parçası olan hortumum düştüğünde, üzüldüğümün o hortum olduğunu zannetmiştim, çevremdeki herkes de böyle hissetmem için dua etmişti. Halbuki bugün dönüp baktığımda; babalar gününde, babam komada ve bizimle değilken rolümü en doğru şekilde yapabilmem için çıkartıldığım bir gösteride, her zaman olduğu gibi güçsüz olmamam için elinden gelen her şeyi yapan ve beni gözyaşları içinde izleyen aileme üzülüyordum. Hepsi “çok sevmenin” bazı şeyler yokmuş gibi davranmak olduğunu öğretmişlerdi bana farkında olmadan.
32 yaşımda katıldığım her tedavi yönteminde o küçük fil ile el ele tutuşuyorum şimdi. Gücümün, güçsüzlüğümün, çocukluğumun ve hatta babamın başına gelen her şeyin bekçisiymiş meğersem o küçük fil…
Gücümün kendimi yokettiğini, içimdeki o küçük fili öldürmeye çalıştığını babamı toprağa verdiğim gün farkettiğim andan beri düşe kalka o filin elinden tutmaya çalışan küçük bir kız çocuğuyum sanırım özetle. Babamın gözlerini, babamın yüzünü, babamın inadını, annemin anksiyetelerini, Tülay teyzemin sosyalliğini, kardeşimin umarsızlığını, anneannemin neşesini, Merve’nin içinde yanan ateşi, Gizem’in kırılganlığını, Zeynep’in başarılı duruşunu, dedemin gölgesini… hepsini içimde barındırmaya çalışırken kendimin nerede olduğunu bulmaya çalışan, hortumu düşmüş küçük bir filim. Ve babasını toprağa verirken hortumunu da onunla birlikte sonsuzluğa uğurlamış olduğunu bile bile onu aramaya devam eden bu küçük fil için şefkat duyabilmeyi öğrenmeye çalışıyorum 4 koca yıldır.
Yorum bırakın